TAUN GÜNÜ / THE PLAGUE DAY

nazireler

TAUN GÜNÜ / THE PLAGUE DAY

XX. BELİRSİZ OKUNMAYAN GEÇMİŞ
 
Bahçe sustu. Göçe hazırlan!
Göçe hazırlan! Usulca kapat
Ahit Sandığı’nı. Sürgünden
sürgüne dolaştırdığın. Tamamlanan söz
zamanda içerilmiştir: Yiter de
bulunur da: Çocuksuz 
bir bayram yerinden geçerken (o hüznü
gezdirdin kalbinin üstünde
yıllarca bir muska gibi) ve uyanırken
belirsiz bir düşten (sandığın kadar
duru değil gerçek de, kaç kez 
sınadın etinde: Yanılmanın kendisiydi
doğru denilen). Ah! Üç yerde göz göze geldin
sözcüğün mağara gibi karanlık
içiyle: Yakılmış bir el yazmasının
eşelerken külünü, ürkünç
trampetler vururken, yoksul da 
yoksulu kovalarken. Yazdın artık
bir nöbet titremesiyle; ardında
ölümlerin tortusu. Manşetten
tek sütuna düşen ölümlerin. Bir ecza
gibi açığa çıkardı her cümlen
öz geçmişini. “Taun gününde
insanın tek konuştuğu kendisi” dedin 
ve “Ey Bilici, Ey Çocuk,
oku gözümün merceğini” diye seslendin,
okunamayan geçmiş de çünkü, belirsiz 
gelecek gibi.” Kapat Ahit Sandığı’nı
tamam oldu söz. Dağlandı parmakların da
tuttukça “evet” ve “hayır”
taşlarını. Yine de bilmiyorsun
yazdıkların soru mu, yanıt mı? Ürkünç
olan bu: insan değil asıl yargılanan,
Yazı. Kapadın sandığı ve dedin:
“Ne mutlu sana. Okurun yenilmişi
Ve dirilttiğisin.” Her gece, kandilini
değiştirirken gizini sızdırmaya
uğraştığın usta da şunları söylediydi
uyandırıp yola çıkacağın sabah
yıllar önce sana: Tek giz
bugündür, onu anla. Hikmetin
vuruculuğu basitliğinden. Ama unutma;
Bir de çoğuldur Ah! Zamanın ağusunu
sağarken ne çok öğrendin: Amacı 
bulmak değil Gömücünün
aramak. Cinayetten korkunç
olansa cinayete alışmak. Ölüm
doğallaşınca çünkü onanır zorbalık da. Mevsim
değil ırmak çağıltısıyla akan, bir türlü
küllenmeyen zaman. Bu suskun bahçe
hem veda hem söz veriş. İlk günkü çocuk
senin yazgın: Elinde ekmekle
gülümseyen. Kıyıdadır
daha; bul ve konuş. Belki de
odur çağdaşın:
Ey Çocuk!
deden kitliyor ardımdan kapıyı, ama
unutuyor “bir bardak su dök” dediğimi. Sen
anımsa. Çok başka yerde buluyor
çünkü insan evini. Anımsa! Anımsa!
“Bir kitap, belki de senin
yazacağın” diye seslendiğimi.
Anımsa. Anımsa!
Ölümün kokusunu ve gülün estiğini
 
Belleğin geleceğin Bilinci. 
Çok Başka Yerde Buluyor İnsan Evini
 

 Evet de Hayır da benim kapımdır
 Birbirine açılan kanatlarını gürültüyle çarptığında 
 Evetin hayıra açıldığı
 Hayırın bir evete kapandığı
 

 Aynı anda kapanır gider ikisi
 Kapımın karşısındaki kapı
 İkisinin aynı anda açıldığını gören olmadı
 ki geçit bileyim 
 

 İki şeyden birini seçmek 
 Yanılmanın kendisiyken 
 Ben gitmeyi bilen değil
 Yancısı olarak kapısında beklediğim her şeyin
 Omuz vurulmaz, dıştan zorlansa içe açılmaz şeylerin
 Kapısında bulamadığım nice eylemler, büyük fiiller
  ve kahraman hareketlerle sıvazlanan sırtımda yerleşik
 ezeli küçüklükler
 

 yüzümü sürdüğüm 
 sevgili kapımdır vardığım. 
 Yanılmanın kendisini bulduran kapım
 

 Çarpamam
 Çarpamadım bu kapıyı ben tam ortadan
 Bir yüze çarpar gibi
 Suları kaldırıp sulardan
 Bir el döndürüyorum
 Bahsime kırk el daha
 Orman görmedim
 bahçeler fayda vermedi
 - hiçbir şey vermedi
 

 Benim süren kapımdır
 Bir sırtla yaslanılmaz
 Ayaklarımla bastığım
 Kapımın eşiğinde
 Dolduğum yanım.

Şiir: Ahmet Oktay / Monica Papi 
Müzik-ses tasarımı: Tolga Balcı
Video: Özgür Demirci 
Okuyan: Ahmet Oktay / Monica Papi
Kurgu: Özgür Demirci
Çeviri: Merve Ünsal

Teşekkürler: İbrahim Ercansungur & Yaşar Ercansungur


UR Collective Kültür için Alan tarafından desteklenmektedir. // UR Collective is supported by Spaces of Culture.